Lilypie First Birthday tickers

Lilypie First Birthday tickers

30 Aralık 2010 Perşembe

Zaman akıp gitmiş...

Yılın son günleri gelirken, karmaşık duygular içindeyim. 3 Ocak, tekrar iş hayatıma döneceğim tarih. Ne mi hissediyorum?

Merak, heyecan, endişe, korku, sevinç, hüzün... Gördüğünüz gibi duygudurumum çok karışık. Tüm duygular içiçe geçmiş durumda.

Merak ediyorum, acaba daha önce çok da önemsemediğim iş-özel hayat dengesini kurabilecek miyim? Hatta terazi özel hayat tarafına torpil geçebilecek mi?
Heyecanlıyım, çünkü kendim için de yeni bir öğrenme süreci başlıyor artık.
Endişeliyim!Acaba doğru mu yapıyorum meleğimi bırakarak?
Korkuyorum, yokluğuma alışır mı ki? Ya da ben meleğimi daha az düşünür müyüm ki?
Üretmeyi, öğrenmeyi, çalışmayı seviyorum aslında. Sevinçliyim o yüzden de...
Tabii ki, meleğimin ilk'lerini kaçırma olasılığı nedeniyle de hüzünlüyüm çok çok.

Tam 5 ay bitmiş. Üzerinden koskoca 5 ay geçmiş, izne çıkalı. Zaman su gibi akıp gitmiş. Hangi ara geçti bu zaman?

İzne çıkmadan önce, pek çok kişi, evde hep çocukla ilgilenmenin bana göre olmadığını, hemen işe dönmek isteyeceğimi söylemişti. Ama gelin görün ki, hormonların da etkisi ile hiç de öyle olmadı. Meleğimle beraber olmak, pek çok hesap-kitap-toplantı-sunumdan çok çok daha keyifli geldi.

Bu keyfi yaşamamda bana destek olduğunuz için çok teşekkür ederim; Sevgili Aslı, Ahu, Feyza ve Özay:)

Yemek ile maceralarımız

Merhaba,


Bugün 28 Aralık Salı. İşe başlamama günler var ve Enis Bora biberonu kesinlikle sevmiyor. Güç bela 1,5 saatte içmesi gerekenin yarısını bitiriyor ve bu esnada o kadar çok ağlıyor ki, neden onu biberon için zorladığımızı sorguluyorum bir süredir. Doktorumuzun da tavsiyesi ile bir öğünümuzu biberon yerine kaşıkla yiyebileceği bir besine dönüştürme çabalarımızın sonucu olarak bugün anne sütünden yapılma muhallebi yedirme seanslarımızın ilki (28 Aralık 2010)...Fazla uzatmadan sonucu paylaşmak isterim: Bora muhallebiyi arttırdı!!! Nasıl oldu ben de bilmiyorum ama ağzına kaşıkla verdiğimin iki katı ağzından çıkıyor. Böylece tükenmeze dönen muhallebi, saatler sonunda Bora'nın midesi hariç akla hayale gelebilecek heryere girerek bitti. Akşam burnunun ve kulaklarının içinde bile muhallebi kalıntılarını temizlerken buldum kendimi...

Tarihler yılın son gününü işaret ediyor. Evdeki son günüm. Bir yandan akşama hazırlanıyorum bir yandan da bakıcımızın Bora'ya muhallebisini yedirme çalışmalarını izliyorum. Daha yarıya bile gelmeden mutfakta derin bir sessizlik oldu. Bir de ne göreyim, Bora uyuyakalmış. Ayaklarını gıdıkladım, ellerini ovdum, öptüm, sevdim...Nafile. Ne yaptıysam uyandıramadım. Muhallebi de bir kenarda kös kös, Bora'nın uyanmasını bekledi.

26 Aralık 2010 Pazar

Teşekkürler anne

Bebek sahibi arkadaşlarımla konuştuğumda, bebeklerin 4. aydan itibaren çevresi ile iletişimlerinin çok arttığını söylüyorlardı.

Gerçekten de Bora'nın hergün biraz daha fazla çevresiyle ilgilendiğini farketmek çok keyifli.

2. ayından itibaren hastanede çekilen doğum fotoğraflarına bakıp kocaman gülücük atıyordu. Ben önceleri o resimleri anlıyor sanıyordum fakat sonra kendisinin mavi ve kırmızı renkleri gördüğü için güldüğünü keşfettim...Saftirik anne!

Günler geçtikçe çevresinde gördüğü güzel bayanlara yine kocaman güldüğünü farkettim. Bu arada bayanların kendisine gösterdiği ilgiden memnun olan Enis Bora, gülücük konusunu abartarak işi heryerinin tükürük veya yeni içtiği süt olmasına bile vardırıyordu.

Son birkaç gündür meleğim harika bir huy edindi: Emdikten sonra gözümün içine bakıp gülümsüyor ve memnuniyet belirten sesler çıkarıyor. O kadar özel ve güzel bir an ki. O "teşekkür" anında hissettiklerimi anlatmaya kelimeler yetmez.

Bora'nın her teşekkürü, annesinin kendisini öpücük yağmuruna tutması ile sonuçlanıyor.

16 Aralık 2010 Perşembe

Ve Bora dansöz oynattı...

Günlerden 15 Aralık, bir Çarşamba akşamı. Enis Boracığım ve ben hazırız, babamız gelince lokantaya doğru yola çıkacağız. Hepimiz ilk defa gidiyoruz bu lokantaya. Özellikle manzarası ile ünlü bu lokanta için "çok nezih, bebişle rahatlıkla gelebilirsiniz" diyen annemlerin arkadaşları ile kocaman bir grup olacağız.

Saat 20:30 gibi lokantanın kapısından ancak girebiliyoruz ki, deli gibi yüksek bir müzik sesi kulaklarımızın canını yakıyor. O da ne? Canlı fasıl var! Gördüklerimize ve duyduklarımıza inanamıyoruz. Bangır bangır zurna sesi ve 4 aylık bir bebek 3 metre ara ile oturuyor. Gürkan ile sürekli gözgöze geliyoruz "ne yaptık" biz gibilerinden. Neyse ki minik meleğimiz yorgunlukla tatlı bir uykuya geçiyor, kulağında bülbülün çilesi...

Miniğimizin uykusu sayesinde biz de enfes yemeklerimizi manzaraya doya doya yiyoruz. Zaman su gibi akıp geçiyor, meleğim uyanıyor. Artık onun için mama saati gelmiş bile. Oğlu ile bir şeyleri paylaşma şansını bulan babası hemen bibronu ısıtıyor ve Boracığı yumuşakça kucağına oturtuyor. Bora ise bir yandan etrafındaki kişileri süzüyor bir yandan da babasının verdiği biberondaki sütü reddetmeli mi yoksa içmeli mi kararsızlığını yaşıyor.

İşte ne olduysa o anda oldu...Nereden çıktığını bilmediğimiz dansöz, bizim masaya doğru ilerleyip tam önümüzde durup başladı raksa. Bir sağa bir sola, hooop yandan. Biraz saçları, biraz kalçayı biraz da göğüsleri salladı. Her hareketinde ağır parfüm kokusu geldi burnumuza, bastırdı alkolün kokusunu...

Bir anda irkildim ve kendime geldim. Ayol ben tazecik bir anneyim ve minik meleğim yanımda. İçkili ve fasıllı bir lokantadayız ve masamızda dönsöz var...Güleyim mi ağlayayım mı bilemediğim an işte o andır. Eşimin kucağında 4 aylık Bora, biberondaki süt ile oynarken önünde de dansöz tüm seksiliği ile dansediyor. Tahmin edileceği üzere yeşiller içindeki dansözden gözünü alamayan sadece eşim değil ... Bora'nın daha yeni yeni insanları takip ettiği dönem için harika bir egzersiz olduğunu kabul etmek lazım. Ama yine de biraz aşırı oldu sanki, ne dersiniz?

Yanarım, yanarım, o akşam o anı görüntüleyemediğime yanarım...

Not: Bu arada Enis Bora Bey'in, dansözü izlerken, farkında olmadan sütün tamamını bir çırpıda bitiriverdiğini de söylemeden geçmeyeyim...

10 Aralık 2010 Cuma

Yoksa ahçı mı olacak? Ya da degüstatör?

Bundan 20-25 yıl sonrasını ön görmek mümkün değil. Ama yine de pek çok anne ve baba, minnoşları ile ilgili ileriye dönük planlar yapıyordur eminim. "Kızım mimar olacak, oğlum doktor olacak" vb cümleler bazen dillendirilmese de akıllardan geçiyor değil mi?

Biz de Gürkan ile sık sık oğlumuzun windsurf yapmasını hayal ediyoruz. Ne de olsa biz windsurf yaparken tanıştık. Eh, kış sporlarından da hoşlansa iyi olabilir, benim gibi 30'una merdiven dayamışken snowboard öğrenme çabasına katlanmamış olur.

Bütün bu hayallerimizin altında, Bora'nın sporcu olmasını istediğimiz anlaşılmasın sakın... Neyi isterse, neye yeteneği varsa, kariyeri umarım o yönde gelişir.

Amaa, kendisinin mutfak ile ilgili bir hobi ya da meslek geliştireceğine inancım her geçen gün artıyor. Neden mi? Bunun için 3 anımızı paylaşıyorum sizlerle...

Birinci anımız, Bora'nın iki aylık olduğu günlere ait. Artık Bora 2 saatte bir emmek istiyor. Buna seviniyorum çünkü kendimi toparlayacak zaman kalıyor bana da. Ama sağolsun bazen biz tam yemeğe oturmuşken emmek isteyiveriyordu. Özenle hazırladığımız yemeğimizin ortasında bir çığlık ile irkildiğimiz günlerin sayısı çoktu.

Uçaklardaki anonsu hatırlar mısınız? Ne derler? Önce kendi maskenizi takın, daha sonra çocuğunuzun maskesini! Bu cümleyi bu kadar seveceğimi ve felsefe haline getireceğimi inanın düşünmemiştim.Önce kendi yemeğimi yemeliydim, ama Bora'nın çığlıklarına da bir çözüm bulmalıydım. Buldum da! Biz mutfakta yemek yerken, kendisini de makamı ile mutfağa getirip, bizi görebileceği şekilde yerleştirdik. Aaaa.O da ne?! Bora'nın vızıltı ve çığlıkları bitti. 1,2,3,...10,...20...Tesadüf değil, her seferinde susuyor. Yaşasın! Demek ki, biz mutfakta yerken o da sabredebiliyor.

Konuyla ilgili ikinci detaya geçelim şimdi de. Bora, bazı günler o kadar huysuz oluyor ki, ne yapacağımı şaşırıyorum. Karnı tok, altı temiz ve bildiğim kadarıyla gazı yok. Ama gelin görün ki Bora huzursuzlukla mırıldanabiliyor. Mırıldanmanın şiddeti ilerleyen dakikalarda artıyor, artıyor ve sonunda ağlamaya varıyor. Ben de böyle zamanlarda şaşıp kalıyordum. Dayanamayıp kucağıma alırsam, birkaç dakikalığına sakinleşiyor ancak "makamına" koyduğum zaman gene vık'lıyordu.

Günlerden birgün yine böyle vık'larken ve benim akşam için yemek hazırlamam gerekirken kendisini makamı ile beraber mutfağa getirdim. Bir taraftan sebzeleri yıkayıp hazırlarken diğer taraftan ne yaptımı anlatmaya başladım. Çok geçmeden Bora'nın sakinlik içinde beni izlediğine şahit oldum. Acaba konuşmama mı odaklanıyor diye düşünüp bir süre sustum. Hayır, Enis Bora mutfakta olmaktan, beni yemek yaparken seyretmekten zevk alıyor ve vızıldamayı kesiyor. Maalesef aynı yaklaşımı, ütü yaparken ya da ev temizlerken gösstermiyor. Demek ki neymiş? Bora mutfağı seviyormuş.

Konuyla ilgili son dikkat çekici anı ise, Bora'nın 2 aylıktan itibaren geliştirdiği bir alışkanlık. Emme işlemini bitirir bitirmez, ağzını şapırdatarak içtiği sütün tadına bakıyor. 5-10 kere şapırdattıktan sonra da beğendiyse, gülümsüyor. Beğenmediyse sağa sola bakıyor:) İlk kaçıncı haftasında bunu farkettiğimi anımsamıyorum maalesef. Diğer bebişler de yapıyor mu bilmiyorum doğrusu. Bora'nın 3. ayında doktorun ağızdan yaptığı aşıyı da tadması hepimizi çok güldürmüştü.

İşte tüm bu örneklerden yola çıkarak ileride kendisinin tadım mühendisi ya da mutfak elçisi olacağına dair inancım kuvvetleniyor. Bu inancımı pekiştirecek yeni gelişmeler olursa yine buradan paylaşıyor olacağım.