Lilypie First Birthday tickers

Lilypie First Birthday tickers

18 Nisan 2011 Pazartesi

Havanın keyfini çıkarmak

Sosyal paylaşım sitelerinde bugünkü başlığım: "havanın keyfini çıkarıyoruz". Hava nasıl mı? Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, gri renkte, güneşten hiç haber yok, bayağı da serin.

Günler öncesinden plan yapmıştık. Doruk bebek ve annesi ile Emirgan'a lale bahçelerine gidecektik. Miniklere renk renk çiçekleri gösterecek, biraz fotoğraf çekecektik. Sonrasında belki de bir café'de oturup çay eşliğinde son gelişmelerden bahsedecektik birbirimize.

Program ne kadar cazip de olsa, ani bir kararla evde miniğimle başbaşa kalmayı tercih ettim.
Saatler boyu meleğimle oynadık, sarıldık, öpüştük doya doya. Birbirimizi ısırdık, gıdıkladık. En çok da güldük, güldük, güldük. Deliler gibi, çılgınlar gibi. Ben oğlumun kahkahalarına güldüm, oğlum da benim kahkahalarıma. O minik boyu ama bitmeyen enerjisi ile bana kafa tuttu, yorulmak nedir bilmeden üstüme tırmandı, boynuma sarıldı.

Tüm gün miniğimi yaşadım ben. Çocuğu olan bilir, o minik kolunu nasıl boynunuza sardığını, minik eliyle size tutunmaya çalıştığını. Hele bir de kafasını yasladı mı göğsünüze, dünyalar sizin olur, hiç bitmesin o an istersiniz. O şekilde günlerce durabileceğinizi düşünürsünüz.

İşte tam da bunları yaşadık oğlumla bugün doya doya. O kadar sevgi doluydu ki bugün...İçimde hissettim Boramı sonsuz, sorgusuz, eksiksiz, katıksız bir sevgi ve coşkuyla.

Sabah yine bir koşturma bekliyor beni, pek çok kişi gibi. Yeni bir iş günü, uzayıp giden yapılacaklar listesi. Ama yarın benim için çok farklı olacak biliyorum çünkü içimdeki bu coşkuyla başlayacağım güne...
İster yağmur çamur, ister fırtına, ister parlayan güneş olsun, havanın keyfini çıkarmak ümidiyle...

Oyuncular:Çınar, Enis Bora, Batu Kaan

Hiç bir anı izlerken, kendinizi film seyreder gibi hissettiniz mi? Sanki oradasınız, ama değilsiniz de. O anda yaşananlar aslında sizin hayatınız ama sanki ilk defa izlediğiniz bir filmden kareler...

Aslında tanışmamız geç oldu. 8 sene aynı lisede okuyup, mezuniyeti kutlamak için gittiğimiz tatilde kaynaştık bir daha da ayrılmadık. Zaman zaman mesafeler girdi araya ama hiç gerçekten de ayrılmadık birbirimizden. Önce okullar bitti, iş telaşı ve ardından evlilik yaşantıları derken, sıra ile hayatlarımızın anlamları katıldı aramıza.

Çınar bugün 3 yaşını geçti. İlk gözağrımız. Hep çok uslu bir bebekti. Nereye gitsek bizimle geldi, hiç sorun çıkarmadı. İmrenerek bakardık Çınar'a. Benim için o zamanlarda bebek fikri çok uzaktı.

Enis Bora 8 ay önce dünyaya merhaba dedi. İlk ayında hep açtı, o istediğinde emzirmezsen, tüm apartmanı inletirdi. Eyvah çok obur olacak dedim. Bugün geldiğimiz nokta ise çok farklı. Bir ümitle belki bir kaşık daha yer diye binbir şaklabanlık yapıyoruz. Ancak yine de hakkını vermeliyim, genelde uslu bir bebek.

5 hafta önce ise Batu Kaan hayatımıza girdi. Şimdilik yeni hayatına alışmaya çalışıyor. Merak ediyoruz hepimiz, bakalık o nasıl bir bebek olacak. Zaman gösterecek bunu da.

Dün Çınar'ın ev sahipliğinde buluştuk. 3 bebek-çocuk 6 ebeveyn. Film seti biz gelmeden kurulmuştu. Senaryo gereği evdeki tüm popüler oyuncaklar salonun, pardon setin ortasında yerlerini almışlardı; araba, tren yolu, emekleme arkadaşı Fred... Enis Bora da settiki rolünü alınca bizlere sadece izlemek kaldı:
  • İtinayla önce karşındakine saldır ve saçını çek!
  • Saçına ulaşamazsan, yüzüne doğru hamle yap ve hatta mümkünse çiz!
  • Tren raylarını sök, tadına bak, sonra da ses çıkarmak için vur! Sen bir bebeksin o nedenle nereye istersen vur; yere, karşındakinin kafasına, dizine. Elin nereye yetişirse.
  • Bunlar da yetmedi mi? O zaman Çınar'ın üstüne saldırıp atçılık da oynayabilirsin! Ama unutma, o da 3 yaşında bir çocuk. Bu girişim biraz fazla iddialı oldu, ne dersin?
Ne kadar süre boyunca biz 6 yetişkin bu oyunu izledik bilmiyorum. Filmin başarısında en büyük pay Çınar'ındı. Kendisine sürekli saldıran Enis Bora'ya hiç ters davranmadı. Sana kocaman bir alkış Çınar'cım.
Üçünüz de iyi ki varsınız, hayatımıza girmişsiniz tontonlar.

Sizi seviyoruz.

Banu&Barış; Buket&Gürkan; Yeşim&Cenk

16 Nisan 2011 Cumartesi

Süt bitince

10 Nisan akşamı herşey gayet standarttı . Geceyarısı meleğimin bağırışıyla uyandım. Yarı uykulu gözler ile dar telaş odasına hamle yaptım. Onu fazla ağlatmadan emzirirsem, uykuya kaldığı yerden devam edeceğini biliyorum artık.

Ancak standart dışı bir gelişme var sanki. Meleğim uğraşıyor, uğraşıyor, uğraşıyor. Ama muslukta süt kalmamış. Bir anda telaşlanıyorum. Nasıl olabilir diye?! Hemen hesap yapıyorum, ne zaman en son emzirmiştim? 3 saatten fazla oldu! Hemen meleğimin yönünü değiştiriyorum. Diğer tarafı sorguluyor. Benzer tablo orada da geçerli. Nasıl olur nasıl???

Uğraşmaktan yorulan ve sinirlenen meleğim neyseki kendini uykuya veriyor, ben ise büyük bir hayalkırıklığı ile yatağıma dönüyorum.

Hep söylemişlerdi, ne olduğunu anlamadan bitiveriyor diye. Bende de öyle oldu. Halbuki ilk aylarımızı anımsıyorum. Nasıl bol bol süt vardı. İyi ki o dönemde üşenmemiş; geceleri, gündüzleri fazla sütü sağmıştım.
Minnoş, artık 8 aylık. Kendini kurtardı gözüyle bakıyorum. Piyasada bir sürü devam sütü var. Ama tüm bunlara rağmen içim bir türlü ferahlamıyor.

Ne yazık ki pazartesi sabahı ve gün içinde de üretimim çok çok az, yok denecek kadar.

Bu gelişmeyi akla büründürmeye çalışıyorum gün boyu.  Bora’nın 6 ay sadece anne sütü ile beslendiğini, sonrasında da sebzeden çok emdiğini, artık süt olmasa da ölümcül olmadığını söylüyorum kendi kendime. Ama bu söylediklerime kendim de o kadar inanmıyorum galiba. Kendimi nedense eksik, görevimi layıkıyla yapamamış hissediyorum. Emzirme esnasında yaşadığım o muhteşem duyguları bir daha yaşayamacağım için üzülüyorum. Oğlumla uzun uzun göz göze olmayı, eline dokunmayı, beni okşamasını…Bunların hepsini tabii ki emzirme anlarının dışında da yapmamız mümkün. Ama yine de üzülüyorum işte, elimde değil.

Neyseki bu hikayenin sonu mutlu bitiyor sevgili blog okuyucusu:) Doktorum kesinlikle devam sütü vermememi söyledikten sonra bir mide ilacı öneriyor. İlacın yan etkisi “süt yapması.” Önce tereddüt ediyorum ama oğlumun emmeye çalıştıkça istediği miktarda süt gelmemesine nasıl sinirlendiğini görünce başlıyorum ilaca. Şanslıyım, ilaç hemen etki gösteriyor.

Süt miktarı oğlumu tatmin eder miktara gelince bana verdiği o gülümsemeyi unutmam mümkün mü? Bol sütlü günler tüm anne ve kuzularına...

14 Nisan 2011 Perşembe

İz bırakan 2 cümle!

Geçen sene bu zamanlar bir akşam işçıkışı, ofisten bir arkadaş ile Ortaköy'deki bir cafe'de oturmuş Alman misafirimizi bekliyoruz. Akşam serinliği insanı üşütmeyecek ama dinç tutatcak cinsten. İş arkadaşım genel olarak pek konuşkan değildir. Ağzından ya kerpetenle laf alırsınız ya da bir mimik ya da jest ile geçiştirir. Ortam hafiften gergin. Konuşmak istiyorum ama alamayacağım yanıttan korkuyorum. Sağa-sola ve önümde duran bardağa bakarak zamanın en azından benim için geçmeyeceği de aşikar.

O an aklıma geliyor ve kendimi sorarken buluyorum: "Çocuk sahibi olmak nasıl bir şey?"  Bu soru, o ara 4-5 aylık hamile olduğum için mi yoksa sadece konu açmak için mi ağzımdan çıktı hiç bilmiyorum. Cevabını o an için gerçekten merak ettiğimi bile sanmıyorum aslında.

Cevap ışık hızıyla geliyor: "Onun için öl deseler, biran tereddüt etmezsin." Cümleyi duydum, ama algılamam birkaç saniyemi aldı. Ama gerçekten algıladım mı bu cümleyi? Altında yatan anlamları? Cevabını bugün verebiliyorum: HAYIR!

Sanırım o akşam, hiç beklemediğim birinden böyle bir cümle gelmesinden etkilendim. Ama gerçekten içimde hissetmemişim. Geçen hafta aynı arkadaşımla sohbet ederken bu anı hatırladık. Bu sefer aynı cümleyi duyunca içimden haykırdım: Evet, aynen böyle, biran için tereddüt etmezsin! Düşünmezsin bile! Ne gerekiyorsa yaparsın. O varlığın kılına zarar gelecek olsa, tehlikenin karşısında kurt olmayacak anne-baba var mıdır? Yoktur!

~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~

Defne J.'u ilk zamanlarından beri izlerdim. Çok enerjik ve sempatik bulurdum. Böyle kişiler bana hep canlılık vermiştir, motive etmiştir. Televizyon kanallarında gezinirken ne zaman onu görsem, her seferinde bir süre o programı izlemişimdir, illaki de bir gülümseme oturmuştur yüzüme...

Ani ölümü seveni sevmeyeni herkesi şok etti. Daha 2 gün önce yarışmada izlemiştim onu. Her ünlünün vefatının arkasından olduğu gibi, kendisiyle yapılan ropörtajlar gün yüzüne çıktı yeniden. İşte ropörtajlardan birinde sormuşlar Defne'ye: "oğlunun ne olmasını istersin?"

Çok sıradan bir soru değil mi? Sorulmasa da her anne - baba, aklının bir köşesinden geçirir muhakkak ki. Tabii ki başta sağlık temenni edilir, sonra da bir meslek. Bu meslek seçimi ya kendi işimizin devamıdır, ya çok para getireceğini düşündüğümüz bir iştir, ya saygınlığı vardır, ya da çalışma saatleri çok zorlayıcı değildir...
Defne'nin işte bu sıradan soruya verdiği cevap oldukça sıradışı. Aslında tam tersi çok sıradan olması gerekirken belki de: Oğlumun mutlu olmasını isterim.!

O kadar güzel bir temenni ki, o kadar doğal, içten, en başta olması gereken. Sevgili Defne, yanıtını çalıyorum ve ben de Enis Boram'ın MUTLU OLMASINI istiyorum gönülden ve bu yolda ne yapmak gerekirse baban ve ben hazırız oğlum.

10 Nisan 2011 Pazar

Hep aynı şekilde yat yat nereye kadar? vl:3

İnanılmaz bir hızla yeni şeyler öğrenen meleğim, artık ayağa kalkma işini standarda bağladı. Kendisini uyuması için yatağa yatırmamızla, bebeğimin ayağa kalkması arasında sadece 3-5 saniye oluyor genelde. Çılgın gibi ayağa kalkma egzersizi yapan Enis Bora'cığımın sağ ayağı tamamen dışarı dönük. Haftasonu kontrolde bu konuyu gündeme getirip varsa bir önlem almamız gerekecek sanırım.

8 Nisan itibariyle emekleme çalışmaları başlayan Enis Bora ile 10 Nisan Pazar günü en az yarım saat "haydi gel gel gel" oynadık. Bu nasıl bir oyun mu? Bir divanda anne ve baba mümkün olduğunca birbirine uzak oturur, minnoşu da aralarına koyarlar. Sonra da çılgın gibi önce anne "gel gel gel" der; minnoş tam gaz anneye emeklemeye çalışır.Güç bela anneye ulaşıp üstüne tırmanma aşamasına gelindiğinde, baba "gel gel gel" der. Bebiş böylece babaya emekleyerek, komando gibi sürünerek ya da tavşan gibi zıplayarak ulaşır. Tam mutlu mesut babanın suratına sevgi gösterisi için bir ısırma girişiminde bulunurken anne yine seslenir oradan "gel gel gel" Bu döngü, minnoş yorgunluktan bayılma noktasına gelene kadar devam eder...