Lilypie First Birthday tickers

Lilypie First Birthday tickers

26 Temmuz 2011 Salı

Enis Bora tatilde

Enis Bora'cığımızın ilk tatil anılarını sizlerle paylaşmıştım. Bugün çektiğimiz karelere bakınca, bu yazıyı sadece resimlerden oluşturmak istediğime karar verdim...

İşte size resimli bir öykü:

  

Bu nasıl birşey? Daha önce böyle birşeye dokunmamıştım?! Öbür evde hiç yok bunlardan. Nereden   çıktı şimdi bu? Bir ellesem mi ki? Yoksa ellememek daha güvenli? Herkes "cici, ciciii" yapıyor. Ben en iyisi bir dokunayım bakalım neler olacak???






Amanıııııııııın, bu tuhaf şeyi hiç sevmedimmmmmmm. Hiç de cici değil bu şey. Bir kere yeşil! Öbür evde hep kahverengiydi...Bir de bunlar insanın eline batıyor. Aslında çok    can yakmıyor ama daha önce hiç elime bişi batmamıştı.

 Ne anneanne, ne dede, ne de oyuncakla beni bunun üstüne bir daha asla oturtamazsınız.!!!


Neyse ki, babamın şefkatli kollarındayım. Kahraman babam,bu yeşil dikenlerden kurtardı beni çok şükür!!!


                                     



Hep diyorum benimle uğraşmayın, illa beni şebek yapacaklar:
 Şu saçlara bakın yahu!  Ama sanmayın ki jöle filan var, yıka ve çık halim bu:) acaba şampuan reklamlarına alırlar mı beni? Bir de annem tutturmuş, bu halimi Macaulay Culkin'e benzetiyormuş...Çok komikler yahu...


Neyse, şu kum olayına alıştım artık. Zaten daha annemin karnındayken sürekli yoga derslerinde aynı şeyleri duymaktan, beynime kazınmış  "şu an çok rahatım, heryerim rahat" cümlelerine. İçimden bunları söyleye söyleye oturunca kuma, o kadar da sıkıntı çekmiyormuşum meğersem:)
Bakın ne huzurluyum, öyle değil mi?

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Keşke miniğim de burada olsaydı...

Hayatta olmaz, Enis Bora’yı bırakıp bir de tatile mi gideceğim?! Mümkün değil. Ne zararı var ki boncuğumun?

Genelde uslu bir bebiş zaten, yemek zamanları hariç. Yanlış anlaşılmasın, hiç yemek yemiyor değil. Sadece henüz bizim keşfedemediğimiz bir damak tadı var. Eğer sevdiği şeyi yakalarsak, hiç sorun çıkarmıyor miniğim yemekte

Bir de uyku saatini kaçırmamalıyız, yoksa huysuzlaşıyor. Evet sabahları 6’da uyanıyor, tatil zamanı çok keyifli olmuyor tabii sabahın köründe kalkmak.

Bir de bazen çok meraklı oluyor, nerede fiş, priz hepsini kurcalıyor, eline geçeni yere atmaya bayılıyor, ya yerçekimi kanunu tam çözemedi ya da bilmediğimiz başka bir şey var. Büyüyünce muhakkak soracağım…

Neyse, konumuza geri dönelim…Görüleceği üzere 2-3 temel konu haricinde bir pamuk var hayatımızda ve biz bu pamuğu Silivri’de anneannesine bırakıp, soluğu 2 günlük bir tatilde aldık. Saros tatilinde bir hayli yorulmuş ve sakin bir tatilin hayalini kurduğumu yaklaşık 1000 kere tekrar edince annem ve eşimin bana bir hediyesi oldu bu tatil.

Nasıl mı geçti?

Tatile dair ne varsa tüm ritüeller itina ile yerine getirildi:

Sonu düşünülmeden sürekli yenildi ve içildi. Hamilelik, öncesi ve sonrası yasak olan tüm  besinler itinayla tüketildi. Yasak listesindeki hiçbir maddenin atlanmaması için tekrar tekrar üzerinde düşünüldü.
  • Yemek saati kavramını hayatımızdan 2 günlüğüne olsa da sildik. Bazen saat başı bir şeyler yedik, bazen saatlerce bir şey yemedik.
  • İstediğimiz mekanda istediğimiz kadar kaldık. Bazen 5 dakika bazen 5 saat. Tamamen paşa gönlü kriterleri devredeydi ki bu kriterler ağırlıklı tarafımdan belirlenmişti.
  • Üstümüze damlayan şeftali lekesi olmayınca, plaj kıyafetleri ile geceye akmakta da bir sakınca görmedik doğrusu.
  • Akşamları uykumuz geldiği için uyuduk, minnoşu uyutmak için değil.
Kulağa çok güzel geliyor değil mi? Değil işte. Sadece birkaç saat. Sonrasında mı ne oluyor? Çevrede gördünüz her benzer yaştaki bebeği okşuyor, seviyor, kaç aylık olduğunu öğreniyor, Enis Bora’dan bahsediyor, günde en az 4 posta telefonla bilgi alıyor, yemeğini yediğini öğrenirseniz mutlu oluyor, yemeğini öğrenirseniz içiniz burkuluyor. Her ağlayan bebeğe yöneliyor, içiniz burkuluyor, özlemle iç çekiyorsunuz.

Ve milyon defa içinizden geçiriyorsunuz: “Keşke miniğim de burada olsaydı.” 

Bir yanda değişik bir huzuru ve kocanızla/karınızla yaşadığınız plansız-programsız saatlerin keyfini sürüyorsunuz. Bir yandan da içinizden geçiriyorsunuz:  “Keşke miniğim de burada olsaydı.” 

Sonra ne mi oluyor? Bir daha miniksiz tatile gitmemeye karar veriyorsunuz!

Varsın yemesin, varsın biraz mızmızlansın…

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Abbaaa

Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta çekirdek ailem ile Saros'ta idik. Enis Bora'nın bakıcı ablası olmadığı için zaman zaman zorlandık ama yine de çok güzel bir haftaydı...

Tüm hafta boyu, Bora'cığımın ablasını özleyip özlemediğini merak edip durdum doğrusu. Aslında sık sık "abba, abbaaaaaa" diyip o kalın sesiyle ortalığı inletti. Ancak biz Enis Bora'nın "abba"yı pek çok kişi ve nesne için söylediğini düşünüyoruz uzun zamandır. O nedenle minnoşun gerçek duygularını tatil boyu anlayamadık.

Sayılı gün çabuk geçti, beklenen gün sonunda gelip çattı. Ablamız bu sabah7:45'te kapıyı çaldı. Üçümüz de aynı yatakta sabah şekerlemesi yaparken çalan zile ilk olarak ben sıçradım. Benim hareketime uyanan Enis Bora anında yatar pozisyondan oturur pozisyona geçti ve kesin ve net bir şekilde 3 kere arka arkaya "Abba, abba, abbaaa" diyerek ortalığı inletti. Gürkan da ben de kısa süreli bir şok yaşadık. "Nereden anladı, nasıl unutmamış" gibi binlerce soru kafamızda dolandı durdu.

Bir gün asansörün sesini veya kapıda çevrilen anahtarın çıkardığı gürültüyü tanıyıp ablasını çağırdığı gibi annesini ya da babasını da çağıracak mı bu kuzu dersiniz? Yoksa abbası ile arasındaki ilikşki hep daha farklı ve özel mi olacak? Neredeyse kıskanacağım yahu:)

17 Temmuz 2011 Pazar

Enis Bora'nın Tatil Güncesi

Tatilin en güzel yanı ne mi? Uzun zaman sonra Enis Bora’yı tekrar yaşayabilmek. Korkularını, sevinçlerini, sevdiklerini, sevmediklerini, yeni öğrendiklerini, herkesi ve her şeyi incelemesini…

Enis Boram henüz 4,5 aylıktı işe başladığımda. O güne kadar hep birlikteydik, ama işe başlamam ile birlikte her şey değişti sanki. Şimdiye dek haftada sadece 4 gün çalışıyor olsam da, geri kalan 3 günde meleğimi bu kadar yaşamamışım…

Nereden başlasam?

Öncelikle meleğim maalesef aşırı titiz. Alışık olduğu şeylerin dışında bir şey eline değdiği anda öncelikle 1-2 saniye bakıyor, bunu içten gelen bir irkilme takip ediyor ve en nihayetinde de çığlığı basıyor. İstediğiniz kadar anlatın o eline değen şeyin zararsız olduğunu…O kadar çok bağırıyor ve “böğürüyor” ki, sonunda kendi ruh ve kulak sağlığınız için talebi olan hijyeni sağlamak zorunda kalıyorsunuz. Tatilde bu durumun bolca örneklerini yaşadık:

Tüm anneler yapmış mıdır, bilemem. Ama benim en çok hayalini kurduğum, Enis Bora’nın kumla oynadığını seyredip, sonrasında kumlanan vücudunu denizde yıkamak ve biraz da oynamaktı. Ama gelin görün ki büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Minnoş, ayakları kuma değdiği gibi çığlığı bastı, nereye saldıracağını şaşırdı. Resmen yardım çığlıklarının satır aralarında  bana bir miktar sövdüğünü bile iddia edebilirim. Derhal kucağa alınan minnoş, kurulu oyuncak gibi çığlıklarını anında kesti ve bana 1-2 kötü bakış fırlattıktan sonra da yine etrafını incelemeye koyuldu.

Azimli anne olarak bu olaydan ders çıkarmak bir yana, kendisinin denizi çok seveceğinden emin olarak ileri bir hamle yaptım. Zaten minnoşum doğduğundan beri suyu çok sever. Bıraksanız saatlerce suda “çap çap çap” yapabilir…Ama o da ne! Korkunç bir çığlık ve gözyaşı. Bütün bunlar benim minnoşumdan geliyor olamaz değil mi? Su ve su sporlarına meraklı bir aileden, denizden korkan bir velet çıkmış olamaz değil mi? Ancak gerçekler sizin düşündüğünüzden çok farklı olabiliyor. Maalesef bu sahnenin kahramanı bizim boncuk. Üzüntü ve muz kabuğu…

Yine de yaşadıklarımdan ders almamış ve minnoşa yeni deneyimler yaşatmak üzere kolları sıvayan bendeniz soluğu çimenlerde aldık. Minnoşum incelemeyi seviyor ya, börtü böceklere bakar gibi bir hayalim vardı. Nitekim bütün bunlar da hayal olarak kaldı. Enis Bora’nın ayak parmak ucu çimene değdiği anda çığlığı bastı. Bu çığlığı büyük bir yaygara ve gözyaşı takip etti. Ben minnoşun alışacağını ümid ederek sabrederken, miniğim leylek gibi tek bacağının üstüne durup haykırışlarının dozajını arttırdı. Sonunda tek bacağına tüm ağılığını veren Bora’cığım tüysiklet kilosuna yenik düşüp, yere oturmak zorunda kaldı. Ancak bağırtıları o kadar çoğaldı ki, bu deneyden vazgeçip, miniğimi güvenli bir yere, anne kucağına davet ettim.

Peki tatilimiz böyle sonlandı mı diye soracak olursanız, mutlulukla kocaman bir hayır diyebilirim. Bir blogda okumuştum. Denizden korkan oğluna simit alan anne tatillerinin geri kalanında mutlu mesut denize girebilmiş. Aynı yöntemle Enis Bora da denize alıştı.Simide oturmayı uzun süre reddetti ama tatilin son günlerinde itiraz seviyesi en aza inmişti doğrusu. Simit içinde suya alışan minnoşu sonrasında ellerinden tutup yüzdürmek inanın çok keyifliydi. Üstelik inanmayacaksınız ama sadece bizim için değil, boncuğum için de:)




Uzun uğraşların ve terlik, bebe yağı şişesi, su şişesi gibi “oyuncakların” da yardımıyla Enis Bora kuma da alıştı. Tatilin bitmesine bir gün kala kendisi kumu tatmaya bile kalkıştı.

Çim olayını henüz aşamadık. Kim bilir belki çimler ayacıklarına batıyor. Belki de o kadar emek harcamadık apartman çocuğu miniğimin çimene alışmasına. Bir sonraki izin döneminde hedefimiz çimen:)

Son olarak tatilde Enis Bora’nın ilk defa yaptıklarına göz atarsak:
9 Temmuz Cumartesi; deniz ve kum ile tanışma ve nefret etme

10 Temmuz , yemeği görünce “mamma” deme

11 Temmuz Pazartesi, ilk defa lunaparka gidiş ve oyuncaklarla tanışma (Enis Bora'nın birşey anladığını sanmıyorum ama annesi çok eğlendi:))

11 Temmuz Pazartesi gecesi, Gelibolu’ndan Saros’a uzanan yolda otokoltuğu yerine anne kucağında kalmasına izin verilmesi (ilk ve umarım son’dur)

12 Temmuz Salı, denizde simit ile yüzerken (!) uyuyakalma


13 Temmuz Çarşamba, Enis Bora nane likörünü çok sevdi, dakikalarca yalandı ve daha çok vermiyoruz diye bize kızdı

14 Temmuz Perşembe merdivenlerin ilk 5 basamağını tek başına tırmanma (ne yazık ki, sonucu görebildik, nasıl yaptığını yani süreci yakalayamadık)

14 Temmuz Perşembe, neredeyse itiraz etmeden kuma oturma ve kumla oynama hatta kumun tadına bakma.