Lilypie First Birthday tickers

Lilypie First Birthday tickers

26 Mart 2011 Cumartesi

Hep aynı şekilde yat yat nereye kadar? vl:2

Lapacı oğlumun dönme maceralarını adım adım yazmıştım Ocak ayında. Tabii ki o günden bugünlere çok şeyler değişti. Henüz emekleme safhasına geçmedik ama hergün yeni bir hareket ve heyecan içerisindeyiz.
Maalesef tam tarihini hatırlayamadığım ama Mart ayı içindeki bir gün minnoş kollarını yana açmış hiçbir yere dokunmadan, değmeden oturuyor. Ne yaptığını anlamam 3-5 dakikamı aldı doğrusu. Sonra anladım ve çığlığı bastım: Minnoş artık desteksiz oturuyor. Çok kısa bir an sürüyor desteksiz oturması, sonra küüüüüüt devriliyor. Rüzgar nereden eserse artık; sağa, sola, öne, arkaya.Seçenek çok ne de olsa...

Desteksiz oturmaya başladığı bugünlerde Bora'cığın bir takma adı daha oldu: Yogi Enis Bora. Sanırım dengeyi de bulabilmek için olsa gerek, ayak tabanları birbirine değer biçimde ve vucuduna en yakın noktada tutarak oturuyor. Bu duruşunu, aslında esnekliğini asla kaybetmese keşke...


Takip eden günlerde desteksiz oturma süreleri uzamaya başladı. Artık mama sandalyesi kıvamına geldi demektir diyerek denemelerimize başladık. Kaşık suratlım minicik kaldı o devasa sandalyede. Acaba birgün içini doldurabilecek mi?

Günlerden 19 Mart, o da ne?! Bora'cık bank pozisyonunda mı durmaya çalışıyor ne?! Ama duramıyor ki aslına! Bacakları taşımıyor onu. Kollar çok kuvvetli, diyecek laf yok. Ama gelin görün ki bacaklar pek dermansız...

22 Mart: o dermansız bacaklar biraz daha mı kuvvet kazandı acaba? Hala tam bir bank pozisyonundan bahsedilemez pek tabii ama Bora'cık henüz çözemediğim bir teknikle geri geri emekliyor. Bu işte bir terslik var mı acaba? Hemen bir bilene danışmalıyım. Hiç görmemiş ve duymamıştım geri emekleyen. Herkes Mersin'e giderken bizimki nereye gidecek ki? Zaten ters yönde birşey de yok! Ne oyuncak, ne kitap, ne de hışırdayan herhangi bir şey...Eninde sonunda öne hareketi öğrenir değil mi dostlar?

Mart ayının ortalarından beri Enis Bora'yı yatağında oturtup, ellerini yatağın korkuluklarına tutturuyordum. Ne de iyi yapmışım! 26 Mart günü,  beni yeni bir süpriiiiz bekliyordu. İnsanlık için küçük minnoş için kocamaaaaaan bir adım: Anneciğine ayakta durarak gülümsüyordu!...Meleğim 2 haftadır yatağın korkuluklarına tutunup kendini yukarı çekmeyi pek sevmişti doğrusu. Hatta bu egzersiz, diğer tüm oyuncaklardan ve uykudan çok daha eğlenceliydi beyfendi için. Neredeyse hergün bir önceki güne göre 1-2 cm daha yukarı çekebiliyordu kendini. O kadar sevimli bir görüntü sergiliyordu ki bir yandan da.

Korkulukların üzerinde bir minik kafa, kapıya doğru bakıyor, gelene geçene sevimli bir gülüş fırlatıyor. Her kim onu bu halde görse, hemen kucaklıyor minnoşu. Ama bu dönemde bacakları o kadar güçsüz ki, uzun süre daha böyle sevimli sevimli bana bakar diye düşünüyordum. Ama bugün gardrobundan seçtiğim kıyafeti kendisine göstermek için başımı yatağa çevirdiğimde gördüğüm manzaraya inanamadım. Nasıl olduysa olmuş kollarıyla kendini yukarı çekmiş ve ayakta duruyordu.

Sevgili oğlum, bunca zaman sana lapacı dediğim için özür dilerim, ayağa kalkma konusunda bayağı hızlı davrandın. Merakla bir daha seni ayakta bulacağım günü bekliyorum bebeğim...

9 Mart 2011 Çarşamba

Günün en sevimli anı

Bana göre günün en sevimsiz anı, sabahları çalan saat ile uyanma anıdır. Bir yere yetişme telaşını içerdiğinden midir bilmem, bir miktar stres yükler o saatin sesi bana. Eğer çalar saat ile uyanmışsam, pek tembellik edecek zamanım yoktur çünkü saati zaten mümkün olabilecek en geç zamana ayarlamışımdır. Sonrası ise malum, ne giyeceğim telaşı, saçlarım rezalet görünüyor günü nasıl kurtarırım bu saçlarla endişesi, makyaj malzemelerinin çantaya hızlıca konması (ki böylece gidilen yerde hemen 3-5 dakikada yüzüme bakılır hale getirebileyim kendimi) vs vs vs.

İtiraf edeyim son 1 aydır sabahın erken saatleri en sevdiğim saatler oldu. Minik meleğim çalar saatimden çok daha önce uyanıyor. Asla ağlamıyor, biliyor annesi de babası da henüz uykuda, başlıyor kendi kendine konuşmaya. Daha ilk "agu"sunda duyuyorum ben sesini ve yüzümde koca bir gülümseme ile hemen yanına gidiyorum. Beni gören Enis Boram da kocaman gülümsüyor bana.

İşte ondan sonra hayatın anlamı başlıyor benim için. Alıyorum onu kucağıma, sarılıyorum sımsıkı, öpüyorum, öpüyorum, öpüyorum. Derin bir "ohh" çekip kokusunu içime alıyorum.

Sonra da doğruca yatağımıza gidiyorum. Koyuyorum minnoşu sevgilimle aramıza. Bir sevgilim gıdıklıyor bir ben ısırıyorum, bir sevgilim komik sesler çıkarıyor, bir ben "hav hav" diyorum. Başlıyor miniğim de kıkırdamaya.

Her sabah en az bir yarım saat yaptığımız bu ritüelimiz o kadar enerji veriyor ki bana, ne giydiğim ne nasıl göründüğümün önemi kalmıyor. Tek bir arzuyla dolu oluyorum sabahları ben: sadece 1 dakikacık daha fazla zaman geçirmek; miniğim ve sevgilimle beraber...

3 Mart 2011 Perşembe

Ne zaman büyüdün?

Zaman dediğimiz gerçekten ne de hızlı akıyor. İşe başlayalı 2 ay bitti, Enis Bora'cım 7 aylık olmak üzere bile. Son aylarda o kadar çok konuda gelişim gösterdi ki, "evladım ne zaman büyüdün" diye sorarken buldum kendimi.

Neler mi var gündeminde?

Burnunda ciddi deviasyon sıkıntısı çeken oğlum, bizim onu rahatlatmak için serumfizyolojik uygulamamızdan o kadar nefret ediyor ki, elimizde o minik tüpü gördüğü anda başını çevirip, ellerimizi tutuyor ve tüm gücüyle itiyor. Yine de şimdilik kazanan biziz, bakalım ne zaman bizi yenmeyi başaracak?

Üstünün değişiminden çok hoşlanmadığını düşünüyorum. Biz de günde 2-3 kere üst değiştiren anne-baba değiliz doğrusu. Ancak evimiz de sıcak olmadığı için özellikle bu kış günlerinde kafasından geçen kazaklar giydiriyoruz. Minnoş bu seremoniden o kadar çok rahatsız oluyor ki, sonunda kollarını uzatıp giydirilmesine yardımcı olmayı böylece zamandan tasarruf etmeyi hemencecik öğreniverdi.

Ek gıdalara başlamış olmasına rağmen düzenli emzirildiğini farkeden meleğim, sevmediği, aç olduğu için zorla yediği besinleri artık hiç yemez oldu. Nasılsa hemen akabinde süt var, taze taze:) Neler mi sevmiyor, kabızlık sorununa iyi gelmesi beklenen kayısı püresi, yine aynı nedenle teklif ettiğimiz armut. Bir de bugünlerde anne sütü muhallebisini çok tercih etmemeye başladı. Boşuna demiyorum, Etiyopya'dan transfer bir bebeğimiz var bizim!

2 Mart 2011 Çarşamba

Kim var kapının önünde?

Meleğimin ilk doğduğu günden beri kendi kendine uyuması için çok çalıştım, gelen eleştirilerin de hepsine kulak tıkadım doğrusu.  Bu nedenle de bir süredir kendime "the gaddar anne" ünvanını takmış durumdayım.
Meleğim çevreyi algılamaya başladıkça, hareketleri arttıkça, uykuya geçişleri zorlaşmaya başladı. Benim de gaddarlığım bitti, kucak voltaları arttı. Kendisi o minik haliyle uydurmasyon ağlamaları nasıl yapmaya başladı hiç bilmiyorum. O kadar çığlık, yaygara, öksürme, kıpkırmızı bir yüz. Ama tek bir gözyaşı yok...

Uykuya dalamadığı için çıkardığı yaygarayı semiş olmalı ki uyandığında da benzer şekilde ortalığı ayağa kaldırıyor. Sanırım "ben uyandım, siz hala ayakta uyuyorsunuz, gelin ve beni alın" demenin bebek dilindeki tercümelerini dinliyoruz her gün.

Yanlız bir süredir dikkatimi çeken bir husus var; bu uyandığında çıkardığı doğa üstü sesleri sadece gündüz uykularında yapıyor. Geceyarısı ve sabah uyanışlarında ise sevgili annesine kıyamayan oğlum kendi kendine konuşup zaman geçiriyor.

Bu sabah saat 7'de çalan alarm ile ailece uyandık. Ancak ailecek uyanmamış gibi yapmaya başladık. Bir an sonra mutfağa doğru yöneldim, parmak uçlarımda, mümkün olduğunca sessiz olarak. Odama geri dönüş yolunda oğlumun odasının önünden geçerken kafamı çevirdim. Bir de ne göreyim! Minnoş yüzükoyun yatmış, minik ellerinin üstünde doğrulmuş yatak koruma pedinin üzerinden oda kapısına doğru bakıyor. Kimin geçtiğini görme çabası o kadar sevimliydi ki, kocaman 2 adımda kendimi yanında buldum. Tabii ki bir sonraki harket meleğimi kucaklayıp sımsıkı sarılmaktı.