Lilypie First Birthday tickers

Lilypie First Birthday tickers

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Resimlerle Mayıs Ayı

Bakalım Meleğim, Mayıs ayını nasıl geçirmiş?


14 Mayıs 2011, Süren Malikanesi

Meleğim,  14 Mayıs cumartesi günü, kendisinden sadece 8 gün küçük Mehmet ile salonda çılgınlar gibi "tamtam" yaparken...Şükür ki, gün sorunsuz bitti, herkesin halen iki gözü, kulağı, eli ve ayağı var. Kimsenin bir yeri morarmadı ve kanamadı. İnsan başka ne ister?



15 Mayıs 2011,  Meltem'in sevgi dolu kucağında

Bu fotoğrafa yorum yapmaya gerek var mı? başta anneannesi olmak üzere herkesi yadırgayan oğlum, Meltem'in kollarındaki huzur, güven, sıcaklık bulmuş görünüyor. 2 yıl önce Mert'ine kavuşan Meltem'i hepimiz çok seviyoruz.


21 Mayıs 2011, Salonumuzda

Siz bakmayın bu masum oturuşa, seri çekime bağladığınızda fotoğraf makinenizde, bir an kadraja yansıyor böyle durgunluk hali...


22 Mayıs 2011, sabah saatleri

En sevdiğimiz oyun salon sehpasının altında dolaşmak, bir sağdan girmek sahpanın altına, bir soldan, bir ortadan. Hele bir de "ce eeee" oynayan varsa, değmeyin keyfimize...

29 Mayıs 2011, yeni İKEA mama sandalyesinde

Önce alırız elimize etrafta ne varsa; dergi, gazete, telefon, uzaktan kumanda... Bir süre çeviririz elimizde milyom defa, arada tadına da bakarız muhakkak. Sonra da atarız yere. Bakalım nasıl bir ses çıkacak diye. Sonra mı? Sonra bakarız ardından melül melül...

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Meleğim'e Mektup

25 Mayıs 2011, Çarşamba

Sen uyurken yavaşça gelip, okşadım saçlarını. Kısa bir an seyrettim seni, izledim nefesini. Usulca kaldırdım yatağından seni. Sütünü içerken kim bilir neler geçiyor aklından? Belki de sadece sütün keyfine varıyorsundur. Ben ise o dakikalar boyu, seni uyandırmadan seviyorum. İnatçı saçlarını çekiyorum gözlerinin üzerinden. Biliyorum halbuki bir işe yaramayacak bu davranışım. Ben ne kadar kenara doğru çekersem çekeyim, saçların gene gözünün içine doğru hamle yapıyorlar…

Sütün bittiğini, gerinmenden anlıyorum. Artık o andan itibaren sıcak yatağına yatmak istediğini bildiriyorsun bana. Eğer biraz daha kucağımda kalırsan, çığlığı basacağını biliyorum ayların tecrübesiyle. Ama sen de beni anla be kuzucuk, biraz daha hissetmek istiyorum senin sıcaklığını…

Saat sabahın 6’sı. Doğduğun günden beri ilk defa beni göremeyeceksin sabah uyandığında. Bu da yetmezmiş gibi öğlen de gelemeyeceğim yavrum. Akşam geldiğimde ise kuvvetle muhtemel uyumuş olacaksın. İlk defa senden bu kadar süre ile ayrı kalacağım. Tam 17 saat boyu ayrı kalacağız. Bu ilk ayrılık denememizi başarıyla atlatabilecek miyiz? Özellikle ben duygusal olarak bugünü nasıl atlatacağım?

Seni seviyorum meleğim, nerede olursam olayım…

12 Mayıs 2011 Perşembe

8. ay kontrolümüz

Hani bu doktor muayeneleri azalacaktı? İlk 6 ay her ay gidilecekti ama sonrasında 2 ayda bire düşecekti. Doktorumuzun pinpirikli yaklaşımından mıdır nedir, her ay düzenli çağrılıyoruz. O çağırıyor da ben çaktırmadan randevü aralarını 45 güne çıkardım. Neden mi? Her seferinde kilo ile ilgili ölçümlerde geriliyorum. Belki ilave 15 gün 50 gr fark yaratır diye ümid ediyorum.

Her muayene öncesi, kendi kendimle konuşuyor ve telkinde bulunuyorum:,
    • Görünen köy kılavuz istemez, düşük kilolu bir çocuk bu! Hiç heveslenme sana ağır geliyor diye, durumu kabul et!
    • 1 gün içinde yemesi gerekeni ancak 1,5 günde bitirebiliyor.
    • Zaten sen de böyleymişsin, hiç yemezmişsin. Ancak üniversitede kilo almışsın, armut da haliyle dibine düşecek...
Peki bana söyler misiniz, muayene odasına girdiğimde iç-sesim nereye kayboluyor? Kim susturuyor onu??? Peki iç-sesim susarken, kalp atışım yan odadan duyulmasına ne diyeceksiniz?. O sihirli an geldiğinde yani oğlum çırılçıplak tartının üstüne oturduğunda, kalp atışlarım öyle hızlanıyor ki tarifi imkansız. Ekranda görünen rakama kilitleniyorum. Sonra da hemen hesap yapıyorum. Bir önceki muayenedeki sonuca göre fark ne kadar olmuş? Sonra da bir hüzün çöküyor gene...Fark 200-300 gr. arasında değişiyor. Tüysiklet oğlum hiç kilo alamamış oluyor her zamanki gibi.

Annesi gibi puzzle'cı
olacak sanırım
 8. ay kontrolümüzde farklı davranacağıma söz verdim. Oğlumun bekleme salonunda oyuncakları artık farkedip oynamaya başlamasını izledim şaşkınlıkla. Daha önceki dönemlerde oyuncaklara sadece bakardı ama pek ilgisini çekmezdi doğrusu...

Çok beklemeden adımızı duydum ve gene bir sıcak basması hissettim yüzümde. Doktorumuz içeri girer girmez heyecanla ve gerginlikle başladım motor gibi konuşmaya:

"Bana az kilo almış demeyin lütfen. Şunu bunu yedirin de demeyin. Yemiyor bu çocuk. Bildiğim/bilmediğim her yolu denedim. Sonuca ulaşamadım. Artık pes ettim..."
Aslında daha da konuşacaktım ki, doktorumuz gülümseyerek lafa girdi: Hastalanmıyorsa sorun yok!
Sanırım kendisinden böyle bir yorum beklemediğim için, bu sözlerin üzerine nasıl rahatladığımı tarif edemem. Ne var yani, Enis Bora'nın kilosu 25%'lik dilimde ise. Yani 100 çocuğun kilosunu ölçseler en zayıflar arasında 25. ancak olabiliyoruz...Önemli olan sağlık değil mi?

Muayenede ilave test istenmeyip, motor ve fiziksel gelişimi ile ilgili de herşeyin ayına göre uygun olduğunu öğrenince, günü bağdat caddesi'ndeki bir café'de şarap ile tamamladım. Sonra mı ne oldu? şarap sonrası anne sütü alan meleğim 2,5 saat uyudu, biz de onu seyrederek uyanmasını bekledik bir başka café'de.

Hayat Kurtaran VakVak

Doğduğu günden beri bebeğimi sallamadan, pışpışlamadan uyuttum. Bazı geceler saatlerce bekledim başında uykuya dalması için. Ağladı, sızladı ama ben gene de sallamadım, pışpışlamadım. Çok defa elim gitti beşiğe, kucağıma alıp iki pışpış yapsam uykular alemine dalacaktı meleğim. Ama inat ettim, yapmadım.

Böylece meleğim kendi kendine uyumayı öğrendi. Ya da bize öyle geldi. Aslında aylarca rahat ettik çok. Akşam yatağına koyuyorduk, uykuya dalana kadar yatağında kendi kendine zaman geçiriyordu, bazen elini emdi, bazen kendi kendine ses denemeleri yaptı. Ama hep kendi kendine uyudu.

Ne olduysa dönmeyi öğrendiğinde oldu. Minnoşu yatağa yatırır yatırmaz, ne kadar uykusu olursa olsun tüm enerjisini dönmeye vermeye başladı. Çılgın gibi heryöne bitmez tükenmez bir enerji ile dönen minnoşum, yorgunluktan bayılma noktasına gelse dahi dönme faaliyetinden feragat etmiyordu. Neden sonra yorgunluk ağır bastığı ve bir türlü uykuya dalamadığı için çığlık çığlığa bizi yanına çağırıyordu.

Neyse ki bir zaman sonra dönmeyi çok iyi yapabildiğini anlamış olacak ki, yine yatağa koyduğumuzda kendi kendine uyumaya başladı. Biz de rahat bir nefes aldık.

Ama aldığımız bu nefes uzun soluklu olmadı. Minnoşum ayağa kalkmayı öğrendiğinden beri kabus geri döndü. Artık ne zaman yatağına koysak, muhakkak ayağa kalkmaya çalışıyordu. Dönmeyi öğrendiği dönemi anımsayıp, bunun geçici bir süre olduğunda hem fikir olduk.

Neredeyse 2 ay geçmesine rağmen ayağa kalkma hevesi dinmeyen ve dolayısıyla uykuya dalamayan minnoşu uyutmanın tek yolu, odayı iyice karartıp, müzik eşliğinde dans etmek oldu. Herşeye çabuk alışan Enis Bora, artık bu yöntemin dışında uyumaz olmuştu ve benim de iyice moralim bozulmuştu. Aylarca sallamamak için çaba göstermiştim, şimdi tüm çabalarımın sonucu kucakta uyuyan bir bebek mi olmalıydı?

Arada bir farklı tekniklerle uyutma çabalarım da sonuçsuz kaldı ve kendimi iyice çaresiz hissetmeye başladım. Biliyorum 10 yaşına gelmiş ve hala pışpışlanan çocuk yoktur ama daha 10 yaşına çok var öyle değil mi???

Neyse ki imdadıma eşim yetişti. Önce geceleri oğlumuzu sakinleştirip yatağına koyarak ve kendisi de yakındaki bir sandalyeye oturup ninni söyleyerek işe başladı. Ortalama 40-50 dakikada oğlumuz uykuya dalmayı başardı. Uykuya dalma süreci boyunca minnoş binlerce kez kalkıp babasının orada olup olmadığını kontrol etti ama vıyaklamaları azaldı.

Bu gelişme bizi mutlu etti etmesine ama oğlumuz uyumak için hala bizi asker ediyordu. Taa ki minnoşu birgün anneannesi uyutmak zorunda kalıncaya dek sistem aynı şekilde akıp gitti. O akşam annem Enis Bora'yı yatırırken yanına VakVak'ını da koymuş. Ve o anda bir mucize gerçekleşmiş. Enis Bora VakVak'a sarılıp kendi kendine uyumayı başarmış, anneannesini hiç üzmemiş.

O günden beri VakVak, Enis Bora'nın uyku arkadaşı oldu. Sürekli sarılmalar, üstüne atlamalar, cilveler...Meğerse miniğimin uyumak için yatağında bir objesinin olmasına ihtiyacı varmış.
Şimdilik uyku cephesinden havedisler böyle.

Bakalım Vakvak ile uykuya dalma ne kadar süre devam edecek?!

Yeni bir uyku macerasında buluşmak üzere...

Ada fatihi

Günlerden 29 Nisan 2011, güzergah Heybeliada. Yükümüz ağır: Enis Bora'nın puseti, stoktan yanımızda getirdiğimiz sütlerin bozulmaması için izole çantamız, içi tıka basa dolu bir bavul, bir sırt çantası büyüklüğünde fotoğraf makinesi çantası, meleğim için temiz bir çarşaf ve pikenin bulunduğu torba... Çok kalabalık bir tablo geldi gözünüzün önüne değil mi? İnanın gidene kadar biz de bir hayli yorulduk.

2 günlük ada maceramız çok keyifliydi. Sadece ben söylemiyorum, bakın resim de beni onaylayacaktır:)  


Hava gayet güzel güneşliydi, ailecek yüzümüze renk geldi. Balıklar enfesti, ama gelen hesaplar o kadar şahane değildi. Güzel bir hovardalık oldu. Miniğimin maceralarına bakacak olursak:

  • Otelin Koko isimli gri renkli papağanı tüm uğraşlarına rağmen ilk gün oğlumun ilgisini çekmeyi başaramadı. Papağandan ses geldikçe oğlum ya bana ya babasına baktı. Sanırım, bizim gibi görünen varlıkların dışındaki herhangi bir varlıktan ses ve kelime çıkacağına ihtimal vermedi. İkinci günün sabahı artık tuhaf görünümlü varlıklardan da kelimeler duyabileceğine alıştı sanırım. Sonrasında da melegim bir  bülbül kesildi. Koko ile karşılıklı çığlık atma ve değişik ses çıkarma yarışına girdiler.
  • Adadaki ilk günümüzde akşamüstü balık keyfimize tabii ki adanın kedileri de eşlikçi oldu. Kedi sever ailesi olarak balık kafalarını kediler ile paylaşma iyiniyetimiz, kedilerin birbiriyle ekmek kavgasına girmesine neden oldu. Uzun süre kedileri inceleyen minnoş, kavga ettiklerini anlayınca, çığlığı bastı ve ağlama krizine girdi. Pek duygusal olacak galiba kendileri.

  • İlk gün akşamüstü otelin bahçesinden günbatışını seyrediyoruz. Elimizde şarap   kadehleri ve ben bir yandan oğlanın uyuması için aylardır karşı çıktığım şeyi yapıp, pusetini sallıyorum. Ama Enis Bora uykuyu tercih etmek yerine havadaki martılar ile arkadaş olmaya karar verdi sanırım. Attığı çığlıkların ne anlama geldiğini anlayamayan ve korkan martılar resimden de görebileceğiniz gibi anında dağıldılar.
Kocaman, geniş yatağına alışmış olan meleğim, küçücük park yatağını görünce şaşırmaktan uyuyamadı. 50-60 kere yatır kaldır yaptıktan sonra, kendi yatağımıza aldık, uyur ümidiyle. Durumdan çok memnun olan Enis Bora, bir bana bir babasına sarılmaktan yine uykuya dalamadı. Sonunda kendisini pusetine koyup, uyuttuk. Sonrasını hiiiiç anımsamıyoruz:) Korkmayın korkmayın, uykuya dalar dalmaz minnoşu yine park yatağına yerleştirdim. Pusette tüm gece uyumasına asla izin vermezdim zaten.

Genel olarak çok keyifli geçirdiğimiz bu iki günlük tatil, sonraki tecrübelerimiz için bir ışık tutacaktır sanırım.