Lilypie First Birthday tickers

Lilypie First Birthday tickers

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Askeri İnek...

Hamileyken pek çok eğitime gitmiştim. Yoga kursu, hastane kursu, hediye edilen  4 haftalık psikolog çalışması...

Her yerde dendi ki "ilk aylarda bebeğinizi sık emzirin, uyanmazsa 2-3 saatte bir siz uyandırın ve emzirin." Bu cümle tüm hamileliğim boyunca slogan haline gelmişti. Psikolojik olarak da kendimi hazırlamıştım, her 3 saatte bir uyandırıp, emzirmeye...

Hastanede kaldığımız süre boyunca Enis Bora'mız 3 saatte bir gibi bir zamanlama ile uyanıp emmek istiyordu. Şahene, herşey kitabına uygun gidiyor...

Ama o da ne? Eve geldiğimiz ilk günden beri oğlum geceleri 1-1,5 saatte bir uyanıyor ve emmek istiyor. Hani 3 saatte bir olacaktı? 1,5 saatte bir emmek hiç planda yoktu, kitaba da uygun değil!

Bu "askeri inek" durumu ne kadar daha devam edecek bilmiyorum ama biri bana yardım edebilir mi????

12 Ağustos 2010 Perşembe

Hikayenin devamı var...

Artık odamızdayız meleğim. Sevgilim, sen ve ben. Diğerlerini hiç görmüyor gözüm. Varsa yoksa sen. Biran önce bu dünyadaki ilk bağımızı kurmak istiyorum, ilk emzirme anını yaşamak istiyorum, sessizlik içinde...

Senin ve benim paylaştığımız dünyamızın dışında büyük bir hengame var meleğim. Herkes senin dünyaya gelişini kutluyor, baban telefonlara yetişemiyor, hemşireler etrafımızda pervane. Bir kısmı seninle bir kısmı benimle ilgileniyor. Biz ise seninle sadece iki kişilik dünyamızda sessizliği paylaşıyoruz.

Saniyeler, dakikalar, saatler geçiyor, çevremizde pek çok arkadaşımız. Ama ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Senin için güç toplamaya çalışıyorum. Uzun süreli heyecan, gerginlik ve açlık neden oldu diyorum. Besin ve serum takviyeleri işe yaramıyor.

Saat 21:00 ve beni tekrar doğumhaneye alıyorlar meleğim. Aklımdan geçen tek dua, babanın sana iyi bakması. Sonrası karanlık...

Sabah yoğun bakımda öğreniyorum herşeyi; atoni geçirdiğimi ama tehlikeyi atlattığımı, pek çok sevgili dostumun bana kan vermek için verdikleri çabayı...Kendimi çok bitkin, yorgun hissediyorum. Böyle mi olmalıydı? ilk gecemizi ayrı mı geçirmemiz mi gerekiyordu? Hiç hayal ettiğim gibi değil bu hikayenin devamı, hem de hiç...

Şimdi artık herşeyi unutma ve yeniden kucaklaşma vakti, merhaba meleğim, ben annen...

12 Ağustos Perşembe, tam tamına 4 saat 55 dakika

Sevgili meleğim,

Biliyorum ki sen de dünyamız ile tanışmaya artık hazırsın. Ama sanırım bir itici güce ihtiyacın var. Saat 09:00 ve o itici gücü almam gerektiği söylendiğinde, hiç itiraz etmiyorum. Bu azıcık destekle herşey yoluna giriyor meleğim. Sen ışığa kavuşmak için çaba gösteriyorsun, ben mutlulukla her sancıyı karşılıyorum.

Hiç korkuttukları gibi değil bebeğim. Her bir sancı, senin ışığa bizim sana kavuşmamızı sağlıyor. O kadar mutluyuz ki. Koridorlar boyu yürüyorum.

Gözüme diğer baba adayları çarpıyor. Eşlerini bekliyorlar, gerginler, heyecanlılar...O an aklımdan geçiriyorum, acaba baban ne kadar zaman sonra o duyguları tadacak? Seni ilk gördüğünde ne düşünecek? Ya ben?! Ağlayacak mıyım? Hiç sanmıyorum!?

Saat 13:30, doğumhane bizim için hazır meleğim. Sana kavuşmamıza dakikalar kaldı. Ne talihsiz bir durum ki, ne doğum fotoğrafçısı ne de annemler, hiç kimse bu kadar erken beklemediğinden hastanede değil. Artık babanın fotoğrafçılığı ile o anları ölümsüzleştireceğiz.

Doğumhane çok aydınlık ve ferah. Sağ taraf baştan aşağı pencere, dışarısını görmek mümkün. Sol tarafta senin makamın var. Senin için özel hemşireler orada bekliyorlar. Baban sağ başucumda. Gül Ebe yanıbaşımda, moral veriyor.


Alper ve Özgür doktorlar nefes verme şeklimi tarif ediyorlar ama ben nedense o kadar panik oluyorum ki, onlarla senkronize olamıyorum bir türlü. Bana nefes vermemi söylüyorlar ama ben daha nefes almamışım ki:(

13:55 ve ilk çığlık. Sen, minicik morumsu renginle ve hala göbek bağın bana bağlı iken karnımın üstündesin aşkım. O ölümsüz anı kelimelere dökmek çok zor. O andan itibaren tek düşüncem, seni bir an önce kucaklayabilmek.

Nereden de ağzıma pelesenk olmuş bu "aşkitom" lafı?! Sürekli sana öyle hitap ediyorum. Kendim de şaşırıyorum ama söylemeye devam ediyorum. Seni koynuma aldığımda yaşanan o sessizlik anı, hiçbir şeye değişilmeyecek bir mucize.



Durdurun dünyayı, herkes dursun, kimse konuşmasın, ben oğlumla sonsuzluğu paylaşıyorum...Gözyaşları içinde...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

11 Ağustos, yoksa musluk su kaçırmıyor mu?

Bugün herkes olması gereken yerde meleğim...Annemler Silivri'de benden haber bekliyor, sevgilim Florya'da işte. Bu deli havada ben klimayı sonuna kadar açmış, puzzle'ımı yapmaya çalışıyorum. Sen gelmeden bitirmek istediğim puzzle'ımı. Aslında büyük kısmı bitti. Ama o çiçekli kısmı yok mu?! Çok zor olacağını, daha puzzle'ı alırken biliyordum.Yine de kararlıyım bitirmeye...

Kendimi son haftalarda hep karpuz yerken buluyorum. Sanırım sen de karpuz seveceksin. Ya da belki hiç sevmeyeceksin! Acaba böyle bir araştırma var mı? Hamilelikte sık yenen besinlerin karşısında bebeklerin damak tadının gelişimi...

Saat 14:00 civarı. Musluk su mu kaçırıyor ne? Bir türlü tuvalete yetişemiyorum. Salon ile tuvalet arası 10 metre bile yoktur. Yine oldu, bak yine.. Bu işte bir tuhaflık mı var?! Doktorumuz 16:00da hastaneden çıkar, bir arasak mı ki? Aa o da ne, kendimi oturma odasının minik penceresinden dışarı bakarken görüyorum, kulağımda Dr. Alper'in sesi, bir gel suyun geliyor olabilir diyen uyarısı ile.

Yok panik yapmayacağım. Hep kendime söz vermiştim. "O an" geldiğinde panik olmayacağım diye. Hem bakalım o an geldi mi ki? Hiç sanmıyorum. Ama o da ne doktorum bu akşam beni hastanede ağırlamak istediğini söylüyor. Bir anda yine yaşlar boşalıveriyor gözlerimden. Kimsem yok burada diye haykırıyorum. Annemlerin gelmesi en az 3 saat. Gürkan'ın da daha kısa sürede gelme ihtimali zayıf. Kendimi çok yanlız hissediyorum o anda. Evet sen varsın meleğim ama o an başka bir desteğe daha ihtiyaç duyuyorum işte.

Hastaneden babanı arıyorum bir tanem. Doğum fotoğrafçısı Ayça Hanım'ı arayıp bu akşama rezerve etmesini istiyorum. Bu cümleyi 3 kere tekrar etmem gerekiyor ki, bir anda bir panik ve heyecan dalgası babanı kaplıyor. Hemen yola çıkacağını söylediği andan 2 saat sonra evde buluşuyoruz. Ben duşumu almış, ojelerimi sürüyorum...Çiçeklerimizi suluyorum, hayatlarımıza renk ve canlılık versinler.

Annemleri de haberdar ettik ve işte yoldayız. Jetta'nın bagajı ve arka koltuğu dolu, adım atacak yer yok. Babanla benim bavulumuz, senin bavulun, çikolatalar, şekerler, süsler...Ve en önemlisi araba koltuğun. Şimdi boş belki ama kısacık bir zaman dilimi içinde senin varlığın ile şenlenecek.

Güzel bir oda, güzel hemşireler ama güzel olmayan kasılmalar...En yoğun duygum endişe ve korku. Evet sezeryan olma fikrinden çok korkuyorum oğlum, lütfen yardım et bana...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

9 Ağustos 2010, günlerden pazartesi

Hamileliğimin sonlarına yaklaşıyorum. Herşey artık çok heyecanlı. Biraz merak, biraz stres, biraz endişe...Pek çok duygunun karışımını hissediyorum damarlarımda. Bir de senin bitmek tükenmek bilmeyen enerjinle attığın tekmeleri.

Bugün seninle buluşmak için çok heyecanlıyım. Ultrason sayesinde seninle iletişim kurmak, kendimi iyi hissettiryor. Elimden geldiğince yine en güzel giysilerimi giyiyorum. Artık o kadar az seçeneğim kaldı ki giysi konusunda. Beni güzel ve mutlu görmeni herşeyden çok istiyorum meleğim, kavuşmamız an meselesi iken...

Ancak doktorumuz, senin henüz gelmeye hazır olmadığını söylediğinde yıkıldığımı hissettim. 38. haftanın 3.günündeyiz. Doktorumuz ilk defa sezeryandan bahsederken, gözyaşlarıma hakim olamıyorum işte...Evet biliyorum, maç 90 dakika ve biz henüz 85. dakikadayız. Belki bir son dakika süprizi olur. Ama yaşlar karamsar annenin gözlerinden fışkırıyor adeta...

Bana iyi gelecek ve beni sakinleştirecek tek şey puzzle'ım. Sen gelmeden bitirmek istiyorum.
Seni bekliyoruz meleğim, sağlıkla, mutlulukla huzurla gelmeni...