Lilypie First Birthday tickers

Lilypie First Birthday tickers

26 Ocak 2011 Çarşamba

Eyvah uyandı! Ne yapacağız şimdi? Çabuk manueli bulalım...!

Biz çok geç anne baba olduk. Sanırım bu nedenle olsa gerek, sık sık kendimizi oğlumuzu seyrederken buluyoruz.

Dün akşam da böyle akşamlardan biriydi. Meleğim derin uykusuna dalmıştı, biz onu seyrediyorduk. Ben yine anılarda sörf yapıyordum. Nereden nereye...

En önemli anlar şimşek hızıyla geçiyordu aklımdan... Cebimdeki son para olan 5 TL ile aldığım test, sonucunu pozitif görünce Gürkan'ın "bu Çin malı, yanlıştır!" yorumu, hemen ertesi gün başlayan kanama karşısında yaşadığım hayalkırıklığı ama yine de doktora gitmeyi ertelemem, haftasonu Uludağ'da snowboard yapmalı mıyım, yapmamalı mıyım stresi, doktor randevüsü için iple çekilen 3 hafta, ilk kalp atışı, ışık hızıyla ama çok keyifli geçen toplam 38 hafta 6 gün, doktorumuzun sezeryanı aklımızın bir kenerında tutmamız gerektiğini söylediği son muayene, ağlayarak hastaneden ayrılış, akabinde gelen su, hep hayal ettiğim gibi kolay bir normal doğum ve 13:55. Kavuşma anı...

Ne çok şey yaşadık her anından keyif alarak. Ne kadar kolay bir hamilelik geçirdik. Ne çok konuştum oğlumla, beni duyduğundan, hissettiğinden emin olarak. Ne çok macera yaşadık.

Şimdi ise karşımızda derin uykusunda, biz hayallere dalmış, birbirimize sokulmuş onu izliyoruz, yüzümüzde gülümseme, gözümüzde bir minik damla.

Ne kadar o şekilde kaldık hiç bilmiyorum. Bir anda Bora ile gözgöze geldiğimizde, daldığımız hayallerden dünyamıza geri döndük. Ama hani derin uykuda idi Bora? Daha emme zamanı da gelmemişti ki! Hiç ses de çıkarmamıştık, bakışlarımızla konuşmuştuk karı-koca...Ama sonuç ortada, Bora Bey gözlerini açmış bize bakıyordu işte.

Gürkan'ın "Eyvah uyandı! Ne yapacağız şimdi? Çabuk manueli bulalım...!" yorumunu duyduktan sonra patlattığım kahkaha sonucu Boracık yine ciddi tavirları ile bizi süzdü. Deli olduğumuza kanaat getirmiş olmalı ki, kafasını çevirip uykuya daldı.

İyi mışıllar bebeğim. Hem sana hem de dünya üzerindeki tüm meleklere...

20 Ocak 2011 Perşembe

Hep aynı şekilde yat yat nereye kadar?

O kadar cok siteye üyeyiz ki...her yerden bilgi bombardımanı yağiyor. Bu hafta bunu yapmalı, şu hafta böyle davranmalı diye. Her ne kadar siteler, her çocuğun gelişim hızının farklı olduğunu yazsa da yine de bazen endişeli bir bekleyiş alıyor biz anneleri...

Geçen hafta okumuştum bir yerlerde, 4.ay itibari ile bebeklerin dönmeye başlaması gerekiyor diye. Bizim Enis Boramız biraz lapacı mı acaba?

Tam endişelenecektim ki;

Günlerden 19 Aralık ve sonunda Bora hep aynı şekilde yatmanın kendisine bir fayda getirmeyeceğini ve lapacılığın sonunun iyi olmadığını kavramış olmalı ki, ilk defa yatakta kafasını kaldırdı ve etrafa bakındı...

Ellerini bilekten döndürerek işi zorlaştırma konusunda gerçekten çok başarılı olduğunu söylemeliyim meleğim...

Bugün 22 Aralık, tüm gün gezmiş olmak yetmezmiş gibi bir de akşam arkadaşlarımıza gittik. Bora'nın tüm gün dışarıda anneanne ve dedesine yaptığı huysuzluk ve uyumama inadı sonucu arkadaşlarımızda Bora'nın güzel bir uyku çekeceğine eminim. Salondaki L koltuğun bir kenarına yerleştirdik beyfendiyi. Ama o da ne? Kendisi poposunu kaldırıp sağa-sola atmaya çalışıyor. Evet oğlum biraz daha gayret, ya sağa ya sola o popocuğun devrilirse, dönmeyi başaracaksın. Çalışmaların başladı, bakalım ne zaman zafere ulaşacaksın???

20 Ağustos'ta doğması beklenen meleğim, 8 gün önce doğarak hepimizi mutlu etmişti. Ancak hissediyorum ki, oğlumun bu 8 güne ihtiyacı varmış aslında.Ocak ayında gittiğimiz doktor muayenesinde hala dönemediği için ekstra fizik tedavi öneren doktoru güç bela 1 hafta beklemeye ikna ettim. Eğer bu 1 haftada dönmez ise, fizik tedavi yaparız dedim. İyi ki de demişim. Bugün 20 Ocak ve meleğim hoooooop dönüverdi. Bu sefer çok şanslıydım çünkü öğle arasında meleğimi beslemek için eve geldiğimde kendisi yeni numarasını bana gösterdi. Çok da keyfi yerindeydi doğrusu dönerken. Ben hemen kamerayı almak üzere girişimde bulunduysam da, meleğim kamerayı görür görmez hareketi unutup kameraya odaklandı:) Bakalım dönüşünü ne zaman görüntüleyebileceğiz?

Ocak ayının son günleri. Meleğim iyi ki dönmeyi öğrendi. Artık kendisini saniye yanlız bırakmaya gelmiyor. Hemen dönüyor. Yanlız bu dönüşü hep sağ taraftan yapıyor, sol taraftan dönmeyi hiç denemedi henüz. Diğer bir gelişmesi ise, dünyaya yatay konumdan değil de dikey konumdan bakmaya başladı. Yanlız bu oturuşundan zevk aldı mı bilemiyorum, çünkü sürekli kendini ya sağa-sola atıyor ya da öne hamle yapıyor. Neyseki bir güleryüzlü anını yakalayabildim kendisinin...Bu arada emzirme yastığının da bir işe yaramasına pek seviniyorum doğrusu...


Hep sırt üstü pozisyondan yüzükoyun pozisyonuna dönen meleğim bilindiği üzere tam ters şekilde dönmek için çok uğraş vermekte idi. Ancak kollarını her iki yöne açması nedeniyle, teorik olarak dönmesi zaten imkansızdı, çünkü kolu dönüşünü engelliyordu. Sonunda Boracık 27 Ocak günü kollarından birini yana açıp güç alırken öbürünü vücuduna yapıştırması gerektiğini keşfetti. Anneciğine de süpriz yaparak aynı günün akşamında ilk dönüşünü, annesi onu uyutma çabaları içindeyken yaptı. Böylece ilklerinden birini annesi canlı canlı yaşamış oldu:)

Şimdilik bu yazıya bir süre ara vermenin zamanı geldi. Bu yazının devamı bir kaç ay sonra emekleme çalışmalarıyla devam edecektir.

Bizi izlemeye devam edin...

18 Ocak 2011 Salı

Kocaman yatakta minik Bora

15 Ağustos Pazar günü en nihayetinde hastaneden çıkıp evimize gelmiştik. Aşırı sıcak bir gündü, ama bizim içimiz heyecandan da yanıyordu. Evimizde bebeğimiz ile geçireceğimiz ilk akşam. Nasıl olacaktı acaba?

Enis Bora evdeki ilk akşamını dedesinin yaptığı minik karyolasında geçirecekti. Çarşafı ütülenmiş yerleştirilmişti. Şimdi miniği yeni yatağı ile tanıştırmaya gelmişti.

Sadece 47 cm olan Boracığım, minik karyolada adeta kaybolmuştu. O halini görünce hem komik bulmuştum hem de nedense içim acımıştı. "Ne zaman içini tam anlamıyla dolduracak kim bilir" diye düşünmüştüm.

Büyüyünce geçeceği asıl karyolası da hazırdı meleğimin. O yatağa baktıkça diyordum herhalde en az 1 sene bu minik karyolada yatar diye.

Ama zaman aktı gitti, az ya da çok Bora'cım büyüdü. Minik karyolasına sığamaz hale geldi. Uyurken ellerini yana açmaya bayılan miniğim, artık karyolasında ellerini koyacak yer bulamaz oldu.

Sonunda dün akşam yeni yatağına kavuştu. Yine 15 Ağustos günü hissettiklerime benzer duygular içindeyim. Karyolasının içinde meleğim nokta kadar kaldı.  Ama kendisi o kadar mutlu ki... Kocaman bir alanı var artık, dönme çalışmaları için, elini kolunu sallamak için, azmak için,...

Bora, yeni yatağını sevdi. Ben de onun için sevindim. Sanırım annelik böyle birşey olsa gerek. Oğlunun sevinmesine sevinmek...

11 Ocak 2011 Salı

Kaçan "ilk"in ardından

İşe başladığımdan beri hergün yaptığım gibi bugün de öğlen eve doğru yola koyuldum. Hava o kadar güzel ki, izin dönemim devam etseydi minnoşumla bir gezi yapardık diye içimden de geçmedi değil.

Eve vardığımda meleğim hala uyuyordu. Ben de fırsattan istifade edip öğlen yemeğimi yedim. Bir yandan da  Enis Bora da belki uyanır diye ümid ediyorum. Ama beyfendiye uyku çok tatlı gelmiş olmalı ki, hiç niyeti yok uyanmaya.

Maalesef evde geçirebileceğim zaman kısıtlı olduğu için, meleğimi hafifçe uyandırarak emzirmeye başladım. Meleğim ise doyduğunda minik gözlerini açtı ve kocaman bir gülümseme ile teşekkür etti. Ben de kendisini öpücük yağmuruna tuttum.

Artık kendisi ile veda zamanı. İşe dönmem lazım. Tam veda öpücüğü verecekken, ablamız, Enis Bora'nın bir gün evvel ayağını ağzına soktuğunu söyledi.

Haftalardır başında durup, acaba ne zaman başaracak diye beklediğim bu gelişmeyi oğlum benim yokluğumda yapmıştı. Bu "ilk"ini göremedim. Acaba kaç "ilk"ine daha şahit olamayacağım? Kaç kere daha yaptıklarını başkalarından dinleyeceğim? Peki "ilk"leri kaçırmak ne kadar canımı yakacak?

Bu ve bunlara benzeyen binlerce soru, gözlerim dolu kendimi işe giden yolda buldum gene.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Zaman su gibi akıp gidiyor

Bugün 10 Ocak. Hayattaki en büyük hazinelerimden biri olan babamın doğumgünü. İnsan düşünmeden edemiyor, nereden nereye diye.

Geçen sene bugün babamın yeni yaşını kutlamak için, onları kahvaltıya götürmüştük. Bugünün aksine çok soğuk, gri ve yağışlı bir hava idi. Aslında Ocak ayı iklimine uygun bir gündü.

Bütün gece düşünmüştüm, acaba bebek beklediğimizi onlara söylemeli miydik? Aslında riskli dönemi geçirene dek kimseye söylemek istemiyorduk. Enis Bora'nın varlığından bir haftadır haberdardık ama ağzımızı tutmayı başarmıştık. Ama o gün içim içime sığmıyordu, babamla bunu paylaşmak istiyordum. Bu haberin onun için çok güzel bir hediye olacağını düşünüyordum.

Diğer taraftan da olumsuz bir gelişme olmasına karşı, onları da üzmek istemiyordum. Ne kadar çok insan bilirse, olumsuzluk durumunda o kadar çok üzülürüm gibime geliyordu.

Bir gece önce gözüme pek uyku girmeden sürekli bunu düşündüm, paylaşayım mı paylaşmayayım mı?

Kahvaltıya oturduğumuzda hala tereddütüm vardı ama sıra pastaya geldiğinde artık kendimi tutamayıp "babacım dede oluyorsun" diye fısıldadım.

Sevgili babam mutluluktan uçmak ile, benim "aman daha çok erken kimseye söylemeyin" uyarılarım karşısında soğukkanlı kalmaya çalışarak şaşkınlık dolu bir gün geçirdi.
Babacım geçen sene meleğimin varlığından haberdar oldu, bu sene onunla oynayabiliyor. İnsan düşünmeden edemiyor, nereden nereye diye...

9 Ocak 2011 Pazar

İlk haftanın ardından...

Tam 7 gün önce karışık duygular içerisindeydim. Acaba işe başlayarak doğru birşey mi yapıyorum diye sorguluyordum kendimi. Odaklandığım noktalar, Bora'nın beslenmesi ve Bora ile yeterli zaman geçirebilme idi.

İşimin evime 10 dakikalık mesafede olması nedeniyle kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum. Bu sayede öğlenleri eve gelip meleğimi besleyebiliyorum. Süt iznimi de günlük kullandığım için, beslenme ile ilgili çok ciddi bir sıkıntı yaşamadığımızı düşünüyorum. Tabii bu konudaki esas gösterge, doktor kontrolünde yapılan ölçümler olacak:)

Yeterli ve kaliteli zaman geçirebilecek miyim? Bu sorunun cevabını sanırım asla bulamayacağım. Vicdanım farklı birşeyler söylüyor, beynim başka düşünceler içinde.

İşe alıştım mı? Bunun cevabını vermek için çok erken. Ama itiraf edeyim meleğimin sürekli resimlerine bakıyorum, resimdeki o ana bir saniyeliğine bile olsa geri gelmek için...

2 Ocak 2011 Pazar

365 gün önce

Tam 365 gün önce varlığından haberdar olduk meleğim...

Şahane bir 2010 yılına giriş partisi olmuştu. Tam 25 kişi idik o akşam minik evimizde. Hayatımda ilk ve son defa gördüğüm içkiler, meyvelerle süslü kokteyller hem midelerimizi şenlendirmişti hem de evin muhtelif köşelerini. Kareoke sonucu, hangimiz daha kötü şarkıcı yarışması sonucunu anımsamıyorum bile...Balkondan attığımız narların sokaktaki izleri aylarca kaldı...

2 Ocak 2010 Cumartesi günü sabahın erken saatleri...Uzun yılbaşı gecesinin izleri hala üzerimdeydi. Çok yorgun hissediyordum kendimi, ama bir o kadar da mutlu. Sevdiğimiz dostlarımızın büyük çoğunluğu o akşam yanımızda olabilmişti. Ama benim içimde çok farklı bir heyecan vardı. Kimseyle paylaşamadığım, doğru olması için her an dua ettiğim bir heyecan.

İşte geçen sene bugün bu saatlerde hastanede doktor muayenesini beklerken, küt küt atıyordu kalbim. Nedense eşim dışarıda bekliyor. Ben de muayene esnasında çenem düşmüş, konuyla ilgisiz bir sürü şey anlatıyorum. Doktorumun "işte burada, hayırlı olsun" dediği anı hatırlıyorum. Ne diyeceğim şimdi? Ne yapmalıyım? Gerçek mi bunlar? Ben miyim o şanslı? Yoksa bir film mi izliyorum? Duygularım karmakarışık! Bir anda odada senin kalp atışların duyulmaya başlandı. Güm güm, güm güm, güm güm...Sonrası mı? Beni tanıyan herkesin tahmin edebileceği gibi gözyaşlarım sel oldu gitti...

2 Ocak 2010 cumartesi, saat 10:43, "işte burada hayırlı olsun, 7 hafta 1 günlük"